Miasm (1.bölüm)
Tam olarak bilgi sahibi olmak için
uzun yıllar çalışma gerektirdiğinden olsa gerek; homeopatinin temel taşlarından olan kronik miasm, Hahnemann’dan
sonra, ancak belli sayıda master tarafından kaleme alınarak kitap haline gelmiştir.
Geçmişte insanlığa musallat olan ve bugün de geçiçi allopatik cözümlerle
“çaresiz” kalmaya devam eden, kişiyi günden güne güçsüzleştiren kronik
hastalıkların kökünde ne yattığını anlamak için miasmayı tanımak gerekir. Çok
boyutlu bu teoriyi çeşitli başlıklar altında incelemek mümkün olabilir. Öncelikle,
Miasm nedir ve Hahnemann nasil geldi bu teoriye ?, Miasmalar ve
sınıflandırılması ? ve Homeopatik uygulaması ? gibi üç başlık altında
bakabiliriz.
Miasm nedir ve Hahnemann nasıl geldi
bu teoriye?
Hipokrat zamanindan gelen; bozuk,
kötü ve kirli havanın hastalık nedeni olma fikri, eski Yunanistan'dan tarihlenir;
ve bu kavramı tanımlamak için "miasma" teriminin kullanılması on
yedinci ya da on sekizinci yüzyıla aittir.
Miasm sözcüğü kabaca, organik
maddelerin (sebzeler, hayvan ve insan cesetleri dahil) çürümesiyle cikanı;
bataklıklar ve durgun sudan eksalasyonları ve başka bir bölgedeki bozuk havayı
nakleden rüzgarları (özellikle güney rüzgarları) ve yeryüzünde sıkışan zehirli
gazları serbest bırakan (daha az yaygın olan) depremleri belirtmek için
kullanıldı ve hastalik üretmekle bağlantılı olduğu düşünüldu. (1)
Homeopatik olarak orijinal teori Hahnemann
tarafından ortaya atılarak “The Chronic Diseases” kitabında
yayınlandı. (1828) Hahnemann, yıllar içerisinde tarihsel hastalıklar üzerinde yaptığı arastırmalarla beraber, 12
yıl boyunca takibindeki zor karakterli kronik hastalarından topladığı verilerde;
ne ilaçlarla ne de sağlıklı diyetlerle iyileşmeyen kronik hastalıkların altında
yatan kronik miasm olduğunu, ve kendiliğinden
gitmeyen bu engelin ilerleme eğilimiyle, sadece hastanın hayatıyla beraber son
bulduğunu gözlemler.
Miasm hakkında başka homeopatik açıklamalar:
(2)
i) Elle tutulup gözle görülmeyen
ancak hava ile hareket edebilen etki. Somut bir varlıkdan ziyade, etkileri ile
algılanabilir bir güç. Durgun olmayan ve sürekli ustaca hareket eden, nefes
gibi.
ii) Yayılan/cıkan zararlı etki.
iii) Stigma, sistemde bir oluk ya da
kirlilik.
iv) Yapıda bir boşluk.
v) Yaşam enerjisine karşı savaşan ve
hastalığa davetiye çıkaran ve/veya hastalığın sürmesine yardımcı olan,
yaşamda bir bozukluk/hata.
Dr.Samuel Hahnemann kariyerinin ilk
yıllarından itibaren homeopatinin iyileştirici gücüyle, sadece akut
hastalıklarda değil, salgın (epidemic) hastalıklar, ara sıra görülen ateşlenmeler
ve hatta hiç bir sekel bırakmadan zührevi (veneral) hastalıklar üzerindeki
tedavisinde büyük başarı deneyimledi.
Bunlardan bazıları, kızıl, boğmaca, sonbahar
dizanterisi, akut akciğer iltahabı, tifus ve iyi tanımlanmış idiyopatik
hastalıklar olup; doğru seçilmiş az dozda homeopatik ilaçlar sayesinde kısa
sürede tedavi edilebilmişti. Fakat bu arada başka bir gerçek vardı. Kronik (non-veneral)
hastalıkları da homeopatik ilaçlarla başlangıçta iyileştirebildiği halde, bu hastalıklar az cok
“değişik semtomlarla eski haline geri dönüyor” veya
her yil “daha cok şikayetle” ve gözle görülür
derecede “kötüleşen sağlık” durumu ile geri geliyorlardi. Bu durumda kendisi söyle diyordu: “ilk anda umut vericiydi, devamı daha az elverişli, sonuç umutsuz
oluyordu”. Tekrar en uygun homoeopatik ilaç bulunuyor, ancak her doz, daha
az etkili oluyordu ve daha sık uygulama daha az yardımcı olacaktı.
Her yıl raflara katılan kanıtlanmış (proving) remediler
de kronik (non-veneral) hastalıkların, kalıcı tedavisinde bir adım başarı
sağlayamıyordu.
(3)
Hal böyleyken, Hahnemann kendine sordu: İşaret ettiği semtomlara göre doğru
seçilmiş remedilerin yardımıyla organizmamızı restore etmek için yaratılmış
“yaşam enerjisi” (vital force) yorulmadan ve başarıyla akut hastalıkları
iyileştirip kalıcı tedaviyi sağlarken; kronik hastalıklardaki iyileşmeyi
devamlı bir şekilde sürdürememesinin nedeni neydi?
“Benzerin benzerle” tedavisi temel
alınarak seçilen homeopatik ilaçlar, "ciddi akut hastalıklarda, hatta
sifiliz ve gonore gibi zahmetli "zührevi" hastalıklar da dahi iyileşmeyi
tamamlamada yorulmadan ve başarılı bir şekilde aktifken; neden böyle bir tehdit
planı içermeyen "cinsel olmayan kronik hastalıkların" tedavisinde
etkili değildi?
Neden homeopatide bilinen ilaçların bahsettiği kronik
hastalıkların kalıcı tedavisi başarısızlıkla sonuçlanıyordu?. Bu sorular,
kaçınılmaz olarak, Hahnemann’ı kronik hastalıkların doğasını bulmaya
yonlendirdi ve gece-gündüz calışmaya ve arastırmaya zorladi. Zira, o’na göre bu
durum, hiç bir özür ve teselliyle ortadan kaldırılamazdı. On iki yıl boyunca binlerce vaka alarak; hastalığın geçmişi,
ebeveynlerin ve dedesinin hastalıkları, büyükbaba, büyükanne ve
büyükbabalarının hastalıkları hakkında geçmişe kadar geri gidebildiklerini
sorduktan sonra, sonuçları istatistiki analiz etti. Hastaların durumunu
inceleyen Hahnemann, izleyebileceği bir çizginin olduğunu gördüğünde,
hastalıkların, özel bir düzen (belirtilerin paterni) içinde meydana geldiğini
tespit etti. Böylece mevcut hastalıklardan eski rahatsızlıklara
kadar kesin sonuçlar çıkarabildi (hastalik katmanları). Ayrıca,
hastaların hastalıkları ile ailenin geçmişi arasındaki bağlantıyı da fark etti. (3)
Hahnemann, “hastalarda tekrarlanan görüntüden”,
yani iyi seçilmiş homeopatik ilaçlara rağmen kronik hastalıkların yeniden az
cok değişik şekillerde ve yeni belirtilerle veya heryıl daha çok şikayetlerle
geri gelmesi gerçeğinden ilk ipucunu yakaladı. Böyle kronik vakalarda yalnızca
göze görünen hastalığı değil, asil hastalığın daha derinlerde yatan gerçek
nedenini bulup kalıcı olarak yok etmesi gerektiğini gördü. Her seferinde değişik
veya daha fazla şikayetlerle gelen belirtiler (symptoms) altta yatan "daha derine oturmuş orijinal hastalığın ayrı parçalarıydı".
Homeopatik hekim "göze sunulan hastalığa karşı" savaşmamalı ve
"iyi tanımlanmış bir hastalık gibi görüp” (teşhis/ hastalık ismine göre)
tedavi etmemesi" gerekiyordu. Kalıcı bir tedavi için eskilere
ve derinlere inerek geçmişteki kazalar, olaylar ve hastalıklardan kalmış kökler
ve parçaları keşfetmeliydi. Ancak o zaman bir veya birkaç remediyle bunları
kalıcı olarak tedavi etmekte zafere ulaşabilirdi. (3)
Hahnemann şöyle açıklıyordu vardığı
noktada:
“Bu
durumda miyazmatik, kronik olan bu illeti fark edebildim. İlerleyip kendi kendini
yenileyip tekrarlayan hastalık, ne ilaçlarla, ne en sıkı diyetle, ne de yaşam
tarzıyla yok edilebilir, yada kendi kendini yok eder. Aksine seneden seneye
daha da artarak ve değişerek, daha ciddi semptomlarla insanın ölümüne dek sürer.
Bütün diğer miyazmatik kronik hastalıklar gibi, mesela zührevi bubo, gösterilen
remedisi Merkürle tedavi edilemeyip zührevi kronik hastalığa dönüşür. Bütün
uğraşlara rağmen her sene kötüleşerek insanın hayatının son bulmasına kadar
devam eder.
Veremin akıl hastalığına dönüşmesi, kurumuş ülserin ödem
yada felce, sıtmanın astıma, batın hastaıklarının eklem ağrılarına, uzuvlardaki
ağrılarin iç kanamaya dönüştüğü nadir olmayacak kadar görülür. Bunların esas
kökünün nerede yattığını görmek o kadar da zor değildir. Orijinal illette yatan
bu neden büyük bir bütünün parçasıdır.
Zührevi hastalığı olmayan hastalarımda yaptığım
incelemeler ve araştırmalarımda gördüm ki; iyileşmemekte direnen ve homeopatik
ilaçlara cevap vermeyen bu hastalıkların cevabı daha eskilerde oluşan kaşıntı
ve döküntülerde yatmaktadır. Çoğu zaman hastalar bundan bahsetmezler bu
çektikleri acılar o zamandan kalmadır, bu ve benzeri kronik hastalar ki gecmişlerindeki
enfeksiyonları gizlerler yada belkide hatırlamazlar dikkalice yapılan
araştırmalardan sonra bu kaşıntı püstülleri ortaya çıkıp kendilerini gösterirler
ve beraberinde (nadir de olsa) şüphesiz izleri görülür.
Homeopatin
sayisiz izlenimlerinden görülmüştür ki; yanlış tedavilerle bastırılan bu
kaşıntı ve döküntüler deri üzerinden kaybolduktan sonra, başka bir sağlık
sorunu yokmuş gibi görünen insanların bünyesinde dolaşmaya devam eder. Bunun
böyle olduğundan hiçbir şüphem yoktur, ben bu iç düşmanları durdurmak zorundayım. (3,
sayfa 34-35)
Böylece, Hahnemann kronik
hastalıkları olan, neredeyse tüm hastaların, uyuz, sifiliz ya da gonore öyküsü
olduğunu ve enfeksiyon süresinden sonra hastaların çoğunun iyi olmadığını
öğrendi. Bu enfeksiyonları ve onlardan kaynaklanan hastalık eğilimine (predisposition),
miasm dedi. Uyuzdan çıkana Psora veya non-venereal (zührevi olmayan) adı
verildi. Cinsel temasdan doğan diğer ikisine veneral (zührevi) miasm dedi.
Frengi olandan Syphilitic miasma, Gonorrhea'dan da Sycotic miasm olarak
tanimladi.
Hahnemann gerçekte
mikroorganizmalarin bulaşıcı doğasına (material planda) inanıp miasmaları da
bulaşıcı araç olarak kabul ederken; aynı zamanda hastalık için de, dinamik
planda yatkınlığın (predisposition) kaynağı olarak görüyordu.
“Yaşam için zararlı olan, hastalık yapan faktör
“dinamik etkisiyle” ilk once “yaşam enerjisi” (vital force) üzerinde etkili
olup bozulmasına yol açarak hastalığı geliştirir”. (§11)
“Hastalık üretenden, marazi
etkilenmiş olan yaşam enerjisidir, böylece duyularımız tarafından algılanabilen
marazi olgu, aynı zamanda tüm iç değişimi ifade eder; yani içsel dinamiğin
marazi bozgununu tek kelimeyle bütün bir hastalık olarak açığa çıkarır”. (§12)
“Ciltte kendine özgü lokal
rahatsızlıklar gösteren tüm miazmatik hastalıklar, lokal semptomlarını ciltte
harici olarak göstermeden önce, daima sistemde dahili hastalık olarak bulunurlar”.
(32 CD)
1828'de miasm teorisini ilan ettiğinde,
tüm tıp dünyası tarafından şok, inanmazlık, karışıklık ve alay ile karşılandı. Şimdi,
çoğu homeopat tarafından sorgulanmadan kabul edilmiş olsa da; o dönemde, teori
genelde herkesin kayıtsızlığı ile karşılandı. Pek çok homeopat, bu fikri akıl
almaz bir şekilde görmezden geldi. Hahnemann’in nereden geldigini görmek zordu.
Teoriye inananlar arasında kendisinin birkaç öğrencisi vardı ve J.T.Kent tarafindan
geniş kabul gördü. Kent, miasmanın material olmayan doğasina da inandi ve her
bir miazm ile ilgili olan ilaçları daha net bir şekilde tespit edebildi. (5,6)
Hatta Kent, teoriyi kendi
felsefesinde genişleterek bütün hastalıkların psora üzerinde kurulduğuna inandi.
“Psora, altta yatan nedendir, insan
ırkının ilkel veya birincil bozukluğudur .....o, insan ırkının ilkel yanlışlarına,
yani insan ırkının ilk hastalığına, yani ruhsal hastalık yoluna kadar gider
" (6, sayfa 148)
Diğerleri, Allen, J. Paterson, H. A.
Roberts de miazmaların maddi olmayan (non-material) doğasına inanırlar. Miasmaları, sağlıkda bir bozukluk (dyscrasia), bir durum ve bir yatkınlık olarak tanımladılar.
Günümüzün bir çok ustaları da, artık
orijinal halde olmayan ama dinamik planda yaşam enerjisi üzerinde etkisi olan
bu miasmaların kişide hastalık eğilimine sebep oldugunu açıklar.
S.K.Banerjea, “İnsan organizmasında
absorb edilen görünmeyen, dinamik bir ilke olan miasm yapida bir
stigmaya neden olur. Bu, yalnızca doğru anti-miasmatic ilaç tarafından kaldırılabilir.
Doğru uygulama yapılmaz ise, miasm devam edecek ve bir sonraki nesilde
geçecektir” diye açıklar. (2, sayfa vii)
Kalıtımsal olarak hastalığa yatkınlıkta
kişinin genetik yapılanmasının DNA rol oynadığı bilinmektedir. Fakat bütün
hikaye bundan ibaret değildir diyor Vithoulskas ve devam ediyor; “Bir ebeveynin
genetik yapısında bilinen bir değişiklik olmadığı halde, yaşamları süresinde
kazanılmış rahatsızlığın etkisi çocuklara bulaştırılması mümkündür. Dinamik
düzlemi dikkate alarak da, böyle bir şeyin nasıl gerçekleşeceğini hayal etmek
oldukça kolaydır. Ebeveynlerin yaşam güçleri önemli ölçüde zayıflamiş ise,
çocuğun da electrodynamic alanı ana rahmine düşme anında zayıflayabilir”. (4,
sayfa121)
Sonuç olarak, Hahnemann'ın eserlerini
ve düşüncelerinin gelişme biçimini anladıktan sonra, miasmalar; geçmişte
allopatik/antipatik yöntemlerin kullanım yolu ile hastalıkların baskılanması
sonucu, nesilden nesile geçerek elde edildi. Artik, orijinal bulaşıcı formda
olmayan miasmalar, kendine özgü belirli bir formda ve belirtileri ile dinamik
planda (yasam enerjisi uzerinde) hastalik yatkınlığına (susceptibility) neden
olmaktadir.
Hastalık, altta yatan miasmayla
beraber bütüncül tedavi edilmediğinde veya yanlış uygulama gördüğü zaman doğal
progresyonuna bağlı olarak kronik hastalık belirtilerine yol açar ve başka
hastalıklara karşı duyarlılığın artmasına da neden olurlar.
1- Sterner. C.S. A Brief History of Miasmic Theory. 2007. http://www.carlsterner.com/research/files/History_of_Miasmic_Theory_2007.pdf
2-
Banerjea. S.K. “Miasmatic Prescibing”. Second extended ed.2006. Allen College
of Homeopathy, Chelmsford, Essex, England.
3- Chronic Diseases and Theory of Miasms. 1995
4- Vithoulskas G. “The Science of Homeopathy”. 1981. Grove Press,
New York.
5-Synergy
Homeopathic : MacRepertory and
ReferenceWorks. Peter
Morell. Miasms, Nosodes and Essences
6- Kent J.T. “Lectures on Homoeopathic Philosophy” 7th
ed. B.Jain Publishers. 2007
7- Hahnemann S. “Organon of the
Medicine”, Fifth & Sixth ed. Combined. B.Jain
Publishers. 2007